KAPAT
Hukuki Yazılar

Hukuki Yazılar

Kentleşmenin hızla arttığı günümüzde, planlama ve yapılaşma sürecine aykırı eylemler büyük sorunlara yol açmakta ve kamu düzenini tehdit etmektedir. Türkiye’de özellikle kıyı bölgelerinde, yayla ve orman alanlarında kaçak yapılaşmanın artması, sadece şehir estetiğini değil, ekosistemi de tehdit etmektedir. Bu kapsamda, Türk Ceza Kanunu’nun 184. maddesi uyarınca düzenlenen “İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu”, toplumun ortak kullanım alanlarını koruma amacı taşır.

Bu yazıda, imar kirliliği suçu nedir, hangi fiiller bu suçu oluşturur, cezası nedir, dava nasıl açılır ve hangi savunmalar yapılabilir gibi sorulara detaylı yanıtlar verilecektir.

Günümüzde kamu düzeni, iç güvenlik ve toplumsal barış açısından en büyük tehditlerden biri, yasa dışı silah temini ve bu silahların kullanımıdır. Silahların yasa dışı yollarla temin edilmesi, satılması, ithal veya ihraç edilmesi gibi fiiller sadece bireysel güvenliği değil, aynı zamanda ulusal güvenliği de tehdit eden ciddi suçlardandır. Bu nedenle silah kaçakçılığı ve silah ticareti eylemleri, Türk Ceza Kanunu ve ilgili özel kanunlarla ağır yaptırımlara bağlanmıştır.

Bu makalede; silah kavramı, yasal düzenlemeler, silah kaçakçılığı ve silah ticareti suçlarının unsurları, cezai yaptırımlar, uygulamada karşılaşılan sorunlar ve yargı kararları çerçevesinde kapsamlı bir değerlendirme yapılacaktır.

Silah kullanımı ve bireylerin silah edinimi, kamu düzeni ve toplumsal güvenlik açısından oldukça hassas bir konudur. Özellikle bireylerin ruhsatsız şekilde silah bulundurması veya taşıması, ciddi bir kamu güvenliği tehdidi oluşturduğundan Türk hukuk sistemi tarafından özel olarak düzenlenmiş ve yaptırımlara bağlanmıştır. Bu çalışmada, ruhsatsız silah bulundurma ve taşıma fiillerinin hukuki dayanakları, suçun unsurları, uygulamadaki değerlendirmeler ve ceza hükümleri detaylı olarak incelenecektir.

Miras hukuku, bir kimsenin ölümüyle birlikte geride bıraktığı malvarlığının (terekenin) kimlere ve hangi oranlarda intikal edeceğini düzenleyen hukuk dalıdır. Bu kapsamda, murisin (miras bırakanın) ölüm anında, onun malvarlığı üzerinde hak sahibi olacak kişilerin belirlenmesi miras hukukunun temel amaçlarından biridir. İşte bu noktada karşımıza çıkan en önemli kavramlardan biri de **"yasal mirasçılık"**tır.

Yasal mirasçılık, miras bırakanın herhangi bir ölüme bağlı tasarrufta (vasiyetname veya miras sözleşmesi) bulunmaması veya bu tasarrufların tamamının geçersiz olması hâlinde, mirasın kime ve nasıl geçeceğini düzenleyen kanuni bir sistemdir. Bu sistem, Türk Medeni Kanunu’nda açıkça belirtilmiş olup, kimlerin hangi koşullarda ve ne oranda mirasçı olacağı ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir.

Yasal mirasçılık sistemi, kan hısımlığına, evlatlık ilişkisine, sağ kalan eşin durumuna ve bazı istisnai hâllerde devletin mirasçılığına dayanır. Söz konusu sistem, "zümre sistemi" adı verilen bir ilkeye göre işler ve kanun koyucu tarafından önceden belirlenmiş mirasçılık sırasına dayanır. Bu yönüyle yasal mirasçılık, murisin iradesine gerek kalmaksızın, objektif ve soybağına dayalı bir miras paylaşımı sağlar.

 

Yaralama suçu, bireyin beden bütünlüğüne ve sağlığına yönelik olarak gerçekleştirilen hukuka aykırı eylemleri kapsar. Türk Ceza Kanunu (TCK) bu suçu, hem mağdurun bedensel hem de ruhsal sağlığını korumak amacıyla ayrıntılı biçimde düzenlemiştir. Bu suç tipi, hem kamu düzenini hem de bireyin şahsi haklarını ihlal ettiği için cezai yaptırımlara tabidir.

Yaralama suçu, genel olarak "kasten yaralama" ve "taksirle yaralama" olmak üzere iki temel başlık altında incelenir. Her iki durum da suçun işleniş şekline ve failin kastına göre farklı hukuki sonuçlar doğurur. Ayrıca, suçun mağdur üzerindeki etkisi, suçun işleniş şekli, kullanılan araçlar ve fail ile mağdur arasındaki ilişki gibi unsurlar da cezanın belirlenmesinde önem taşır.

Ticaretin ve tüketici ilişkilerinin temel yapı taşlarından biri olan mal alım-satım sözleşmeleri, tarafların karşılıklı borç ve yükümlülüklerine dayanır. Satıcı, malı ayıpsız ve sözleşmeye uygun şekilde teslim etmekle yükümlüyken; alıcı da bedeli ödeme borcunu üstlenir. Ancak kimi zaman satılan malda, alıcının beklediği kaliteyi bozan ya da kullanım amacını engelleyen bazı eksiklikler olabilir. Bu tür eksiklikler, hukuk sisteminde “ayıp” kavramıyla ifade edilir.

Ayıplı malların alıcıya teslim edilmesi durumunda, alıcıya birtakım seçimlik haklar tanınmış, gerektiğinde bu haklar tazminat davası açma yoluyla güvence altına alınmıştır. Türk Borçlar Kanunu (TBK) ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK), bu hususta detaylı düzenlemeler içermektedir.

 

Tıp bilimi, insan sağlığını korumak ve hastalıkları tedavi etmek gibi hayati öneme sahip işlevlere sahiptir. Ancak bu süreçte hekimlerin gerçekleştirdiği tıbbi müdahaleler, kimi zaman hasta açısından olumsuz sonuçlara yol açabilmektedir. Tıbbi müdahalelerden doğan zararlar, gerek özel hukuk gerek ceza hukuku açısından sorumluluğun doğmasına neden olabilir. Hekimin, müdahalesi sırasında kusurlu davranması, meslek kurallarına aykırı hareket etmesi ya da hastanın rızasını almadan işlem yapması çeşitli hukuki ve cezai yaptırımları gündeme getirebilir.

Bu çalışmada tıbbi müdahale kavramı, hukuki dayanakları, geçerlilik koşulları, doktorların (hekimlerin) ve sağlık çalışanlarının hukuki ve cezai sorumluluğu ile tıbbi müdahaleden doğan uyuşmazlıklardaki uygulamalar hakkında genel bilgiler aşağıda aktarılacaktır.

Kira ilişkisi, gerek bireysel hayatımızda gerekse ticari faaliyetlerde sık karşılaşılan ve sürekliliği olan bir hukuki ilişkidir. Kiracının kiralananı kullanma hakkı, kiraya verenin ise kira bedelini alma hakkı bu ilişkinin temel taşlarını oluşturur. Ancak zaman zaman bu ilişki çekişmeli hale gelir ve tahliye süreci gündeme gelir. Kiracının tahliyesi, Türk Borçlar Kanunu (TBK) kapsamında bazı genel ve özel hükümlere bağlanmıştır.

Eser sözleşmesi, bir tarafın (yüklenici) bir eseri meydana getirmeyi, diğer tarafın (iş sahibi) ise bunun karşılığında bedel ödemeyi taahhüt ettiği sözleşme türüdür. Bu sözleşme ilişkisi çerçevesinde tarafların borçlarını hiç ya da gereği gibi yerine getirmemesi durumunda tazminat talepleri gündeme gelebilir. Özellikle, gecikme, ayıplı ifa veya ifa etmeme durumlarında ortaya çıkan zararların giderilmesi amacıyla eser sözleşmesinden doğan tazminat davaları önemli bir hukuki başvuru yoludur.

İnfaz hukuku, ceza yargılamasının karar aşamasından sonraki uygulama sürecini düzenleyen, kendi içerisinde oldukça teknik ve uzmanlık gerektiren bir alandır. Mahkûmiyet hükmüyle birlikte cezanın infazı gündeme gelirken, bazı olağanüstü ve insani gerekçeler söz konusu olduğunda cezanın infazına geçici olarak ara verilmesi mümkündür. Bu bağlamda infazın ertelenmesi kurumu, yalnızca bir uygulama aracı değil, aynı zamanda ceza adalet sisteminin insan haklarına duyarlı yüzünü temsil eden önemli bir hukuki mekanizma olarak karşımıza çıkar.

İnfazın ertelenmesi, cezanın mahkemece hükme bağlanmış olmasına rağmen, belirli sebeplerle bu cezanın ceza infaz kurumunda veya başka bir infaz rejiminde uygulanmasının geçici bir süre için ertelenmesidir. Türkiye’de bu kurum, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile düzenlenmiştir. Kanunun özellikle 16. ve 17. maddeleri bu konuda temel yasal dayanağı oluşturur.

Türkiye'de 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile düzenlenen bu kurum, hükümlünün yaşam hakkı, sağlık durumu, sosyal koşulları ve kamu düzeni gibi çok boyutlu kriterler çerçevesinde şekillenir.

İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.

İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.

İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye "inanan" adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de "inanılan" denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise "inanç konusu şey" olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.

İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.

İnanç sözleşmeleri kaynağını Borçlar Kanunun 18.maddesi ile 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararından alır. Sözü edilen bu karar uyarınca inanç ilişkisinin ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır. Kısaca, inanç ilişkisinin varlığını kabul edebilmek için yazılı bir sözleşmenin açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belgenin varlığı aranır. Yazılı delil başlangıcı niteliğinde belge varsa HUMK'nun 292.maddesi uyarınca inanç sözleşmesi "tanık" dahil her türlü delille ispat edilebilir.

5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’nun 50. maddesi uyarınca Türkiye’de sadece özel hukuk uyuşmazlıklarına ilişkin ve mahkemelerce verilmiş yabancı kararların tanınması mümkündür. Buna ek olarak bir yabancı mahkeme kararı, sadece Türk mahkemelerince Türkiye’de tanınmasına hükmedilmesiyle kesin hüküm etkisine sahip olabilmektedir.

Nüfus Hizmetleri Kanunu madde 27/A ile yapılan değişiklik bu anlamda Türk hukukunda önemli bir yenilik getirmiştir. Söz konusu değişiklik kapsamında hem yabancı boşanma kararları ile evliliği sona erdiren diğer kararların Türk mahkemelerince verilecek bir tanıma kararına ihtiyaç duyulmaksızın doğrudan tescili yolu açılmış hem de bir mahkemenin müdahalesi olmaksızın gerçekleştirilen idari boşanma kararlarının sonuç doğurması sağlanmıştır

ARA
WHATSAPP