KAPAT
Hukuki Yazılar

Hukuki Yazılar

İş kazası geçiren işçi, Türk Borçlar Kanunu’na göre işinde kazanma gücünü az ya da çok kaybeden işçinin çalışma gücünün, bu kaybından dolayı ve ileride iktisaden kaybedeceği gelirlerden dolayı zararını ve bütün hastane, tedavi vb. masraflarını isteyebilir.

İş kazası ve meslek hastalığı sonucu sürekli iş göremez duruma gelen işçi, iş gücü kaybı nedeniyle cismani zarara uğraması nedeniyle açacağı davada işçinin alabileceği tazminat miktarı, işçinin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluşmaktadır.

İş kazasından dolayı işçinin yaralanması durumunda, işçi maddi zararlarını Türk Borçlar Kanunu hükümlerine göre istenebilmektedir.

Tarih, toplum dışında var olan bir insana tanık olmamıştır. İnsan yaradılıştan toplumsal bir varlıktır. Bu, hayatı toplumda geçen insanın, başkalarından ayrı, salt kendine ait de bir hayatının olması demektir. AİHS., 8. maddede, kişinin salt kendine ait bu hayatını, özel hayatı, aile hayatı ve haberleşmesi olarak ifade etmiştir.

Kişinin, kendi hayatı, Anayasada “Herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz” “Herkes haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır”, “gizliliğine dokunulamaz” biçiminde ifade edilmiştir (Ay. m. 20, 22 ). Buradan, bir kişilik hakkı olarak, kişinin özel hayatının, aile hayatının ve haberleşmesinin ihlal edilmemesinin, yani gizli kalmasının sağlanması meselesi ortaya çıkmaktadır.

Anayasa, özel hayatın, aile hayatının ve haberleşmenin gizliliğine dokunulmamasının ne olduğunu, gizliliğin kapsamının ve sınırlarının neden ibaret olduğunu söylememiştir. Anayasa, bunlara, ancak hâkim kararı ile dokunulabilir demektedir. Bunlar özel hukukta “Kişilik hakları” olarak ifade edilmektedir (MK.m. 24). 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu “Özel hayatı” ve “Hayatın gizli alanını” cezai himayenin konusu yapmıştır. Ceza Kanunu ile Anayasa arasında bir kavram birliği bulunmamaktadır.

Türkiye'de, özellikle son yıllarda, üzerinde en çok konuşulan ve gündemi meşgul eden konulardan biri karapara aklamadır. Kara para aklama; dünya ekonomisinin globalleşmesiyle beraber sadece ülkemizi değil, tüm dünya ülkelerini tehdit eden ciddi bir sorun haline gelmiştir.

Karapara aklamanın önlenmesi çerçevesinde yapılan yasal düzenlemelerin özünde yatan düşünce, organize suçlulukla mücadeledir. Karapara aklamanın önlenmesine yönelik olarak ilk izlenen yöntem, karapara aklama fiilinin yasalarda suç olarak tanımlanmasıdır.

Bu nedenle finansal sistem içinde, karapara aklamayı önlemeye yönelik olarak düzenleyici ve denetleyici tedbirlerin alınması zorunludur.

Marka Nedir? marka, bir işletmenin mal ve hizmetlerini başka bir işletmenin mal ve hizmetlerinden ayırmaya yarayan her türlü işarettir. Markanın sahip olduğu ekonomik değer nedeniyle, hukuki işlemlere konu olabileceği kabul edilmiştir. Bu kapsamda markanın devri, haczi, rehni mümkün olabilmektedir.

Marka hakkı, taşıdığı ekonomik değer sebebiyle hukuki işlemlere konu olabilmektedir. Bu kapsamda markanın devri büyük önem arz etmektedir. Markanın devrinde marka hakkı sahibinden devir yoluyla kazanıldığı için hakların devren kazanılması niteliğindedir. Markanın devri ile marka hakkı tüm kapsamı ile devralana geçmektedir. Bu nedenle markanın devri, markayla ilgili hukuki işlemlerin en kapsamlı olanıdır.

Dolandırıcılık suçu malvarlığına karşı suçların hem teorik hem de pratik önemi bakımından hırsızlık ve güveni kötüye kullanma suçlarının yanında en önemli hükümlerinden birini teşkil etmektedir. Türk Ceza Kanunu'nun ikinci kitabının kişilere karşı suçlar başlığını taşıyan ikinci kısmının onuncu bölümünü oluşturan malvarlığına karşı suçlar arasında dolandırıcılık suçu da düzenlenmiştir. TCK'nın 157. maddesine göre; "Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası verilir". TCK'nın 158. ve 159. maddelerinde ise dolandırıcılık suçunun daha fazla veya daha az ceza verilmesini gerektiren nitelikli hâllerine yer verilmiştir.

Tehdit suçu, toplumda huzur ve güveni zedeleyen, bireylerin fiziksel ve psikolojik bütünlüğünü tehlikeye atan ciddi bir suçtur. Türk Ceza Kanunu'nun 106. maddesinde düzenlenen bu suç, çeşitli şekillerde işlenebilir ve farklı niteliklerde cezaları öngörür. Tehdit suçu, bireyler arasında yaşanan anlaşmazlıkların, çatışmaların ve güç mücadelelerinin bir sonucu olarak ortaya çıkabilir.

Birinci derecede tehlikeli bir suç olarak kabul edilen tehdit, bireylerin hayatına, sağlığına, malvarlığına veya onuruna yönelik ciddi zararlar içerebilir. Özellikle silahlı tehdit gibi daha yüksek risk taşıyan durumlar, toplumda genel bir endişe ve korku atmosferine yol açabilir. Sağlık çalışanları gibi belirli meslek gruplarına yönelik tehditler, sadece bireylerin değil, aynı zamanda toplumun genel sağlık hizmetlerine olan güvenini de zedeleyebilir.

Tehdit suçunun cezai yaptırımları, suçun ciddiyeti ve toplumsal etkileri göz önünde bulundurularak belirlenir. Özellikle sağlık çalışanlarına yönelik tehditlerde cezaların artırılması, bu meslek gruplarının korunmasına ve çalışma ortamlarının güvenliğinin sağlanmasına yardımcı olur. Bununla birlikte, tehdit suçunun önlenmesi ve azaltılması için toplumsal farkındalık artırılmalı, bireylerin çatışma çözme becerileri güçlendirilmeli ve şiddet içeren davranışlarla mücadele eden mekanizmalar etkin bir şekilde çalışmalıdır. Tehdit suçunun oluşup oluşmaması yönünden bir ceza avukatından hukuki destek almakta fayda bulunmaktadır. Nitekim tehdit suçu somut olaya göre şekillenmektedir.

Türk Ceza Kanunu'na (TCK) göre "Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma" suçu, özellikle TCK'nın 109-114. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakan veya kişinin hürriyetine yönelik başka bir şekilde kısıtlama getiren kişi, hürriyeti bağlanan kişiyi veya onun yakınlarını tehdit, baskı, hile veya şiddet kullanarak bu duruma sokmuş olabilir.

 

Türk Ceza Kanunu

Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçu

Madde 109- (1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.

(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(3) Bu suçun;

a) Silahla,

b) Birden fazla kişi tarafından birlikte,

c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,

d) Kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

e) Üstsoy, altsoy veya eşe ya da boşandığı eşe karşı,[45]

f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,

İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.

(4) Bu suçun mağdurun ekonomik bakımdan önemli bir kaybına neden olması halinde, ayrıca bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.

(5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı oranında artırılır.

(6) Bu suçun işlenmesi amacıyla veya sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hallerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”

Dünya ülkeleri arasındaki hayat standartlarının her ülke bakımından farklılık arz etmesi ve özellikle üçüncü dünya ülkelerinde insanların yaşamakta olduğu ekonomik sorunlar, bu ülkelerde uygulanan baskıcı yönetimler, ülkelerde yaşanan iç savaşlar, coğrafi olumsuzluklar dolayısıyla insanlar, yaşamakta oldukları vatandaşlık bağı ile bağlı oldukları ülkelerden ayrılarak sosyal ve ekonomik bakımdan daha ileride olan ülkelerde yaşamak istemektedirler. Bu isteklerin sonucunda ise insanlar genellikle daha iyi şartlarda yaşayacaklarını düşündükleri bu ülkelere yasadışı yollardan girmeyi veyahut bu ülkelere yasal yollardan girmesine rağmen yasal süresi içerisinde ülkeyi terk etmemeyi tercih etmektedirler. Bunun neticesinde de ülkeler bu kontrolsüz göç akımını engellemek amacıyla ceza mevzuatlarında “göçmen kaçakçılığı” suçuna yer vermekte ve bu hususta gerekli düzenlemeleri yapmaktadır.

Göçmen kaçakçılığını genel olarak illegal yollardan organize eden insan kaçakçılığı şebekeleri menfaat karşılığından bu işlere girişmektedir.

 Göçmen Kaçakçılığı Suçu; Haziran 2005’de yürürlüğe girmiş olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun, “Uluslararası Suçlar” başlıklı birinci kısmının, “Göçmen Kaçakçılığı ve İnsan Ticareti” başlıklı ikinci bölümünde düzenlenmiştir.

İdari gözetim, sınır dışı etmek üzere idari gözetim ve uluslararası koruma başvuru sahiplerinin idari gözetimi şeklindedir. Bu nedenle bu makalemizde iki ayrı idari gözetim şekli incelenecek olup bu idari gözetimlere karşı itiraz yolları hakkında kısaca bilgi verilecektir.

Söz konusu hukuki bilgiler yalnızca bilgi amaçlı olup yabancılar hukukuna ilişkin uyuşmazlıklarınızın olması halinde hukuki danışmanlık almanızı tavsiye etmekteyiz.

1) Sınır dışı etmek üzere idari gözetim,

2) Uluslararası koruma başvuru sahiplerinin idari gözetimi

Türk Medeni Kanunu, zamanaşımı ile mülkiyetin kazanılmasını iki şekilde düzenlemiştir.

Bunlardan ilki olağan zamanaşımı ile kazanma, ikincisi ise olağanüstü zamanaşımı ile kazanmadır.

Olağan zamanaşımı ile mülkiyetin kazanılması TMK m. 712 hükmünde düzenlenmiştir.

Olağanüstü zamanaşımı ile mülkiyetin kazanılması ise TMK m. 713 hükmünde düzenlenmiştir.

TBK madde 342’de “Kiracının Güvence Vermesi” başlığı altında kira depozitosu düzenlenmiş olup kira depozitosu olarak verilen teminatın nasıl belirleneceği, nasıl muhafaza edileceği ve hangi durumlarda ne şekilde geri verileceği düzenlenmiştir. Buna göre TBK 342 şu şekildedir.

Türk Borçlar Kanunu Madde 342:

Kiracının Güvence Vermesi

“Konut ve çatılı işyeri kiralarında sözleşmeyle kiracıya güvence verme borcu getirilmişse, bu güvence üç aylık kira bedelini aşamaz.

Güvence olarak para veya kıymetli evrak verilmesi kararlaştırılmışsa kiracı, kiraya verenin onayı olmaksızın çekilmemek üzere, parayı vadeli bir tasarruf hesabına yatırır, kıymetli evrakı ise bir bankaya depo eder. Banka, güvenceleri ancak iki tarafın rızasıyla veya icra takibinin kesinleşmesiyle ya da kesinleşmiş mahkeme kararına dayanarak geri verebilir.

Kiraya veren, kira sözleşmesinin sona ermesini izleyen üç ay içinde kiracıya karşı kira sözleşmesiyle ilgili bir dava açtığını veya icra ya da iflas yoluyla takibe giriştiğini bankaya yazılı olarak bildirmemişse banka, kiracının istemi üzerine güvenceyi geri vermekle yükümlüdür.”

Miras bırakanların çeşitli nedenlerle mirasçılarından mal kaçırması söz konusu olabilmektedir. Bu mal kaçırma, miras bırakan ve sözleşmenin karşı tarafının görünürde bir sözleşme yapması ancak bu sözleşmenin arkasına asıl niyetlerini içeren başka bir sözleşmeyi gizlemesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Muris muvazaası olarak adlandırılan bu durum kanunlarımızda yer almamakla birlikte uygulamada sıkça rastlanan bir olgudur. Muris muvazaası terimi, Yargıtay içtihatlarıyla hukuk sistemimize girmiştir. Kişiler, ülke ve yörenin gelenek ve göreneklerinin, toplumsal eğilimlerin etkisi ile muvazaalı sözleşmeler yapmışlar veya yapmak zorunda kalmışlardır.

Muris muvazaası, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihinde verdiği 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla hukukumuza girmiştir. 74 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararındaki esaslar yine Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 22.05.1987 tarihinde verdiği 4/5 sayılı kararıyla (usuli düzenlemeye ilişkin eklemeler hariç) teyit edilmiştir. 16.03.1990 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında da içtihat değişikliğine yer olmadığı yönünde karar verilmiş ve “muris muvazaası” kavramı hukuk düzenimiz içerisinde yer almaya başlamıştır.

ARA
WHATSAPP